Yeni Renk Hayal Etmek Neden İmkansızdır? | Aklın Gölgesi | Bilim, Sanat, Tarih, Psikoloji vs.

Yeni Renk Hayal Etmek Neden İmkansızdır? – Renklerle İlgili Her Şey!

9 dk


Yıl 1665…

Isaac Newton 23 yaşında bir genç…

Odasında oturuyor. Canı sıkılmış…

Aklına birden bir soru geliyor…

Durup dururken…

RENK NEDİR? RENKLER NEREDELER? DOĞADA VARLAR MI? YOKSA KAFAMIN İÇİNDELER Mİ?

Kimin aklına gelir ki bu durup dururken diye düşünüyor insan…

İşte Isaac Newton gibileri diğerlerinden ayıran da bu özellik…

Aklına geliyor işte… Ve durmuyor.

Hemen kendine gidip bir Cam Prizma buluyor. Öyle hediyelik eşya dükkanları filan yok tabi o zamanlar. Ne kadar zor olduğunu tahmin edersiniz.

Koşarak dönüyor yine odasına.

Tüm perdeleri kapatıyor.

Güneşin geldiği taraftaki perdede bir delik açıyor.

Ve bekliyor.

Bekliyor.

Bekliyor.

Bekliyor.

Güneşin tam olarak doğru açıya gelmesini bekliyor.

Ve işte bir noktada güneş ışığı geliyor ve prizmaya çarpıyor!

Sonrası sihir gibi bir şey.

Prizma güneş ışığını kırıyor ve duvarda bir gökkuşağı beliriyor.

Prizmaya giren beyaz ışık kırılıyor güneşin renkli bir görüntüsü beliriveriyor odasının karanlık duvarında…

E tabi soruların ardı arkası kesilmiyor…

Güneş ışığı aslında beyaz değil miydi? Yoksa bu gökkuşağını oluşturan Prizma mıydı? Bu renkler nereden çıkmıştı?

Emin olmak gerekiyordu o yüzden koşup kendine bir Cam Prizma daha buluyor. O zamanda iki Cam Prizma birden bulmak mı? Azim ve kararlılık diye buna derim.

Alıyor o prizmayı da ilk prizmadan çıkan mavi ışığın önüne koyuyor. Bakalım mavi ışık kırılınca ortaya ne çıkacak diye düşünüyor.

Sonuç.

Mavi.

Yine mavi ışık yansıyor duvara…

O halde prizmalık bir durum yok ortada diye sonuca varıyor genç Newton.

Tüm renkler beyaz ışığın içinde saklıydı aslında. Renkler beyaz ışıktaydı. Beyaz ışığın kendisiydi renkler.

Işık dediğimiz şey ise fiziksel olarak varolan bir şey sonuçta. Test edebiliyoruz, bükebiliyor, yansıtabiliyor, oynayabiliyoruz.

İşte bu keşif bugün ışık ile ilgili bildiğimiz her şeyin başlangıcıydı diyebiliriz.

Ultraviyole yani morötesi ışınlar, x ışınları, radyo dalgaları… Hepsi ışığın farklı enerjileri ve renkler de görebildiğimiz dar skalada bulunan farklı enerji düzeyleri… Bu sayede de seragazı etkisini, yıldızların nelerden oluştuğunu ve hatta evrenin yaşını dahi hesaplayabiliyor, milyonlarca ışık yılı uzaktaki bir karadeliğin fotoğrafını çekebiliyoruz…

Bilim… Mantık… Ne güzel şey değil mi?

Tabi bilimin çok rahatsız ettiği bir grup insan vardı o zamanlar her zaman olduğu gibi.

Romantikler…

Şair John Keats de bunlardan biriydi.

Bir şiirinde Newton’a çok kızmıştı…

Gökkuşağının şairaneliğini yerlebir ettiğinden şikayet ediyordu.

Ama bilim böyle bir şey. Romantizm filan tanımıyor.

Ama romantizmin de inatçı bir tarafı var.

Günümüz Alman şairlerinden Jonah Lehrer bir gün parkta yürüyüş yapıyordur.

Gözüne sarı çiğdemler takılır. Ne kadar güzeller diye düşünür.

Bir anlığına kafasını çevirip tekrar baktığında gözlerine inanamaz.

Sarı Çiğdemler birden Mor olmuşlardır.

Bir daha bakar, bir daha, bir daha.

Yok. Mordur artık sarı çiğdemler…

Hepimizin yaşadığı bir şeydir bu aslında zaman zaman.

Şu meşhur elbiseyi ya da ayakkabıları hatırlarsınız.

Dünya nüfusu ikiye bölünmüştü hani.

İşte bu da başka bir soru ortaya çıkarıyor.

Evet renkler beyaz ışığın içinde saklılar ama sonuçta bunları yorumlayan beynimiz.

Son durak beynimizin algı mekanizması.

Bu hala açık bir soru. Bilim bize renklerin değişmez bir gerçek olduğunu söyleyebilir ama gördüğümüz renkler hayal gücümüzün kandırmacaları da olabiliyor.

İşte bu bilimsel gerçekler ve beynimizin oyunları arasında kalan bir hikaye ile bu RENKLER konusunu ele almak istiyorum.

Bir kelebeğin gözünden bakalım, bizi ilkel yaratıklar gibi gösteren çok acayip canlılardan ve kadınlar ile erkekler arasındaki renk algısının neden farklı olduğuna değinelim istiyorum. Ve belki de Renk Körlüğünün olası tedavisinden…

Hepsini toparladığımızda “NEDEN YENİ BİR RENK HAYAL EDEMEYİZ” sorusunun cevabı da kendi kendine ortaya çıkacaktır zaten.

Asıl soru şu.

Evet normal görme yeteneği olan bir insanın algıladığı renkleri biliyoruz.

Fakat mesela bir köpek veya kedi de bu renkleri bizimle aynı şekilde mi görüyor?

Yani bizim için kırmızı olan başka yaratıklar için de misal bir uzaylı için de kırmızı mı?

Bunun cevabı da ne evet ne de hayır. “Neredeyse aynı” diyebiliriz ancak.

Örneğin bir köpeği ele alırsak. Toplumda köpeklerin sadece siyah-beyaz görebildiğine dair yanlış bir inanış var.

Hayır. Köpekler Siyah-Beyaz-Mavi ve Yeşil renkleri görebilmektedir.

Yani renk körü bir insan ile bir köpeğin gördüğü dünya aslında çok benzer.

Kaldı ki dünyada erkeklerin %10’unun renk körü olduğunu biliyoruz.

Neden erkekler? Bahsedeceğim. Birazdan.

Bu noktada gökkuşağından yürüyebiliriz.

Normal görme yetisi olan bir insan ve bir köpek gökkuşağına baktığında çok farklı bir manzara görecektir.

Bizim gördüğümüz haliyle gökkuşağında aşağıdan yukarı şu renkler bulunur.

Kırmızı-Turuncu-Sarı-Yeşil-Mavi ve Mor…

Bir köpeğin gözünden ise bu sıralama şudur…

Yeşil Arada Griye Yakın bir Renk ve Mavi…

Bu kadar…

Bizim gördüğümüz halinden yarı yarıya daha dar bir gökkuşağı görecektir köpekler…

Peki neden?

Göz yapısında renklerin algılanmasını sağlayan Fotoreseptörler vardır. Bunlara renk konileri de deniyor.

Bizde bu konilerden 3 adet bulunmaktadır. Kırmızı-Mavi ve Yeşil…

Köpekte ise iki tane… Mavi ve Yeşil…

Kırmızı fotoreseptörleri yoktur köpeklerin.

O yüzden köpeklere alınan kırmızı toplar pek ilgisini çekmez… Onlar için siyah beyazdır kırmızı…

Yani aradaki farkı ortaya çıkaran tek bir tane renk konisi.

Tek bir koni bu kadar fark yaratır mı?

Evet. Ara renklerin ana renklerin karışımı ile elde edilebildiğini düşünürsek. Yeşil ve maviye kırmızıyı eklediğinizde yüzlerce başka renk, ara renk elde edebiliyorsunuz.

Örneğin kırmızı ile maviyi karıştırdığınızda mor çıkar ortaya. O nedenle köpekler moru da göremez…

Peki. Başka bir hayvanı ele alalım.

Mesela Serçeler…

Belki biliyorsunuzdur. Serçeler mor ve ötesini görebilirler…

 Yani bir serçe gökkuşağına baktığında bizim için mor ile biten gökkuşağında onlar için birkaç renk daha olacaktır.

Daha kalın ve daha muhteşem bir gökkuşağına bakıyor serçeler.

Çok şanslı değiller mi?

Omurgalılar arasında en şansılardan biri evet.

Ama omurgasız hayvanlara geçtiğimizde adı bile anılmayacak durumdalar.

Mesela Kelebekler…

Hatırlayın. Bizim 3 adet fotoreseptörümüz var.

3 koni ile gökkuşağının tüm renklerini, doğadaki tüm renkleri görebiliyoruz.

Kelebeklerde kaç tane biliyor musunuz?

Tam 6 tane…

Yani hem kızılötesini hem de mor ötesini görebiliyorlar… Onun ötesini de görüyorlar ama biz sadece kızılı ve moru biliyoruz. Bu renklerden sonrası bizim için sadece “ötesi”. Bilemiyoruz ötesini…

Kapkalın, devasa bir gökkuşağına bakıyor kelebekler. Görsel bir şölen gerçekten…

O halde görsel şampiyonanın birincileri kelebekler diye düşünebiliriz…

I-ıhh.

Öyle değil.

Gelin resiflere gidelim.

Burada Mantis Karidesi ya da Peygamberdevesi Karidesi olarak bilinen bir canlı türü yaşıyor…

Karides dediğime bakmayın. Bayağı büyük bu canlılar.

Neon renkleri olan çok güzel canlılar.

Kocaman gözleriyle sevimli bile diyebiliriz.

Ama o gözlerin arkasında çok acayip bir sistem var.

Tekrar hatırlayalım. Köpeklerde 2 adet, insanlarda 3 adet, serçe ve kelebeklerde 5-6 adet fotoreseptör konileri bulunuyor…

1 koni eklediğinizde yüzlerce farklı rengi algılayabilir hale geliyorduk…

Heh.

İşte bu Karideslerde kaç tane var biliyor musunuz?

TAM 16 TANE!

Bu sayı bildiğimiz tüm canlı türlerinin 2 katından daha fazla. Bildiğimiz hiçbir canlı türünün görsel sistemi bu Karidesin yarısı kadar bile karmaşık değil…

Bu Karidesin gökkuşağına baktığını düşünsenize. Kızıl, mor, yeşil, mavi, kırmızı, sarı… Her rengin “ötesini” düşünün…

Tam bir renk cümbüşü, renklerden oluşan bir havai fişek, bir patlama…

Ama bunun pek zevkini çıkardığını söyleyemeyiz bu hayvanların. Beyinlerinin biraz küçük olmasından olsa gerek aşırı şiddete meyilli oluyor bu türler.

Öyle böyle değil bu arada. Dünya üzerindeki en güçlü yumruk da bunlar da. Bir yumruğu ile kalın bir akvaryum camını kırabilecek güçteler…

Saatte 85 km hıza ulaşan yumruklarının gücü .22 kalibrelik bir mermiye eşdeğer neredeyse…

Denizlerde müthiş bir görüşe sahip küçük Muhammed Ali’ler dolaşıyor, dikkatli olun…

Şimdi gelelim çok acayip bir çalışmaya.

Renk körü maymunlar üzerine yapılan bir çalışma.

Kırmızı renk konisi eksik olan maymunlarla yakın zamanda bir çalışma yürütülüyor.

İnsandan kırmızı renk konisini taşıyan genler alınıyor ve bu gen maymunların gözüne enjekte ediliyor…

Ne oluyor biliyor musunuz?

Maymunlar anında kırmızıyı görmeye başlıyorlar…

Ama ne yazık ki bu kalıcı olmuyor…

Bunun kalıcı olup olmadığını görmek için her sabah maymunlara bir ekrandan tamamen gri bir arkaplan üzerine kırmızı bir nokta gösteriliyor.

Bu noktaya dokunan maymunlara da meyve suyu veriliyor.

Test edilen maymunlar maalesef aşıdan bir gün sonra bu yeteneğini yitiriyor…

Ertesi gün, yine aynı…

Ertesi gün, aynı.

Günler geçiyor, bir değişiklik yok…

Her sabah bir başarısızlık, bir hayal kırıklığı. Meyve suyu içemeyen üzgün maymunlar…

Ta ki 20. Haftaya kadar…

20. haftada maymunlar yataklarından kaldırılıyor… Tekrar teste tabi tutuluyorlar ve….

Ve kırmızı noktayı buluyorlar…

Artık kırmızıyı görebilecekler…

Artık renk körü değiller…

Ertesi gün de aynı… Ertesi gün de… Artık bu koniye sahipler maymunlar da…

Tedavi işe yarıyor…

En önemlisi, artık meyve suyu içebiliyorlar!

Bu aslında renk körlüğünün tedavi edilebileceği, insanlarda da aynı sonucun alınabileceği anlamına geliyor…

Hatta ve hatta. Bu tamamen teorik ama normal görme kabiliyetine sahip bir insana da mantık olarak mor ötesi veya kızıl ötesi konilerin enjekte edilebileceğini de düşünebiliriz burada.

Ama Amerikan Federal Gıda ve İlaç Kurumu henüz bu tedavi için onay vermiş durumda değil…

Henüz ikna olmuş değiller.

Bekleyip göreceğiz.

Şimdi. En başta ERKEKLERİN %10’u renk körü demiştim hatırlarsınız.

Bunun nedenine bir bakalım.

Bu tesadüf değil.

Ve belki de eşi “Aşkım Fuşya Bluzumu Bulamıyorum” dediğinde erkeğin “FUŞ NE?” demesi ve gösterdiğinde “E MOR BU?” demesinin nedeni de burada…

Baştan bahsettiğim gözdeki fotoreseptörler, yani renk konileri X kromozomunda bulunuyor.

Biliyorsunuz erkekte 1 tane X kromozomu bulunur. Kadınlarda ise 2.

Yani kadınlarda renk konilerini oluşturan genlerden iki tane bulunuyor. Ve normal şartlarda sadece biri aktif olduğu için normal bir görme yetisine sahip oluyorlar.

Ama bu noktada şunu düşünmek çok ama çok mantıklı geliyor insana.

“E kullanılmayan diğer gen de aktive olamaz mı? Devreye giremez mi? Ve kadınlara daha güçlü bir renk algısı katamaz mı?”

Cevap. Evet. Yani teorik olarak evet.

Yani mesela bahsettiğimiz kullanılmayan gen bir tür dönüşüme uğrayıp 4. Bir renk konisi oluşturur ve bu da atıyorum sarı renk konisi olursa diğer renklerle birlikte yüzlerce ve hatta binlerce renk tonu ortaya çıkar diyebiliriz…

Aslında DNA testi ile de bu renk konilerinin varlığı anlaşılabiliyor.

Ve bir bilim insanı rasgele bu testleri yapmaya başlıyor.

Ve bu teoriyi de kanıtlayan bir kadın buluyor.

Bir kadında dördüncü bir renk konisinin oluştuğunu görüyor…

Bir TETRAKROMAT.

Tetrakromat ne mi? Normalde insanların çoğunluğu TRIKROMAT’tır. Yani 3 koniye sahiptir.

TETRAKROMATLARDA ise 4 tane.

Hatta test yapalım mı hemen.

Şimdi bir renk tablosu göstereceğim size.

Videoyu durdurun ve kaç renk gördüğünüzü sayın lütfen.

39’dan fazla renk gördüyseniz sizin de bir TetraKromat olma ihtimaliniz var…

Bir TriKromat 1 milyon kadar renk tonunu algılayabilirken, bir tetrakromatta bu 10 milyona kadar çıkabiliyor…

Sebebi de işte bu bahsettiğimiz ekstra bir renk konisi..

Şimdi 16 koniye sahip Karides daha acayip gelmeye başladı mı?

Ama bir TetraKromat olduğunuzda hayat çok farklı gelmeyebilir size…

Neden mi?

Çünkü benim gibi TriKromatların dünyasında yaşıyorsunuz. Bu hazırladığım videoda dahi kullanılan renkler benim algılayabileceğim renk skalası içinde. Trafik ışıkları, dergiler, kitaplar, tablolar…

Büyük çoğunluğu TriKromatların eserleri. Yani biz bildiğimiz renkleri kullanıyoruz…

Sizin bildiğiniz, görebildiğiniz renkleri biz bilmiyoruz.

O yüzden üretmiyoruz da…

Kusura bakmayın…

Ama az önce bahsettiğim kadın var ya. TetraKromat olan…

Mesleğini merak ediyor musunuz?

Kendisi bir İç Mimar…

Ve tetrakromatların büyük çoğunluğu da tasarım, sanat gibi yaratıcılık isteyen işlerde çalışıyor… Hepimize ilginç gelen tasarımlar ortaya çıkarıyorlar…

Bizim renksiz dünyamıza bilmediğimiz renkler katıyorlar… Belki biz çoğunu göremiyoruz ama görebildiğimiz ama aklımıza gelmeyen renk tonlarını öğretiyorlar bize.

O yüzden teşekkür etmekte de fayda var…

Yani.

İnsanların çoğu 3 renkle idare etmek durumunda.

O yüzden televizyonlarda gördüğünüz tüm renkli gösteriler, diziler, filmler… Hepsi 3 renkten oluşur… RGB derler biliyorsunuz. Red Green Blue… Kırmızı, Yeşil, Mavi… Gözlerimizde bulunan 3 renk konisinin renkleri bunlar…

Gördüğümüz tüm renkler bu üç rengin karışımı… TetraKromatlar ve mantis karidesinin gördüğü tüm renkler çoğumuz için “ötesi”…

Sınırlarımız belli.

Nasıl sadece belli bir yüksekliğe kadar zıplayabiliyorsak, nasıl koşabileceğimiz maksimum hız belliyse, nasıl iki elimizle taşıyabileceğimiz karpuz sayısı belliyse… Görebileceğimiz renk sayısı da belli. Hayal edebileceğimiz renk sayısı da öyle…

Quantum fiziğini ya da kara delikleri de o yüzden pek anlamlandıramıyoruz…

Atomik seviyede tüm fizik kurallarının geçerliliğini yitirdiğini biliyoruz ama bunun nasıl olduğunu, nasıl bir değişiklikten bahsettiğini bilmiyoruz…

Anlamlandıramadığımız birçok şey var…

Bunun sebebi ise bahsettiğim gibi fiziksel sınırlar…

Ama Newton gibi adamlar bu sınırları zorlayarak bize anlamsız gelen durumları anlamlı hale getirebiliyorlar…

O yüzden aslında sınırların nerede başladığı ve bittiği biraz da bizim o sınırı nereye koyduğumuza bağlı…

Belki yeni bir renk göremeyiz ya da yeni bir renk hayal edemeyiz ama burada soru şu…

Görebildiğimiz tüm renkleri gördük mü gerçekten?

Deneyimleyebileceğimiz tüm renkleri yakalamaya çalıştık mı?

Belki birgün bahsettiğim deney onay alır ve biz de renk skalamızı geliştirmek için bir iğne olabiliriz…

Ama o güne kadar daha çok renk görmeye çalışabiliriz…

Hayat çoğunlukla görebildiklerimizden çok daha fazlasıdır…

Yeni şeyleri denemekten vazgeçmeyin…

Ve her zaman olduğu gibi….

İyi ki varsınız.

Sevgiler!

Kaynaklar

İnsanların Sadece %25’i Bu Resimdeki Tüm Renkleri Görebiliyor – The Geyik

Rainbows are (literally) in the eye of the beholder | Popular Science

How to Explain Color to a Blind Person — Science of Us
Colors | Radiolab | WNYC Studios

Sizin Tepkiniz Nedir?

Üzgün Üzgün
10
Üzgün
Kızgın Kızgın
9
Kızgın
Hahaha Hahaha
8
Hahaha
Beğendim Beğendim
13
Beğendim
İnanılmaz İnanılmaz
10
İnanılmaz
Sevdim Sevdim
5
Sevdim
Beğenmedim Beğenmedim
3
Beğenmedim
Bebar Bilim
Teknoloji, eğitim, edebiyat, sanat, geçmiş ve gelecek ile ilgili merak edilen ya da merak edilemeyecek kadar dahi bilinmeyen gerçekleri ve olasılıkları tüm ayrıntıları ile günlerce araştıran ve sonunda herkesin anlayabileceği biçimde önce yazıya ve sonrasında görsel ve işitsel bir kaynağa dönüştüren bir platformdur. Amacı da bilimi, bilim adamlarının fildişi kulelerinden indirerek herkesin yararlanabileceği kaynaklara dönüştürmektir. Bizce bilim, insan içindir.

0 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Yazı Formatı Seçiniz
Serbest Yazı
Yazılarınıza Görseller Bağlantılar Ekleyebilirsiniz
Video
Youtube and Vimeo Embeds