Sümerler… Ölü dillerin efendileri… Eski Mezopotamya’nın kadim kavmi… Medeniyetin önemli kâşifleri… Yazının serüveni ile birlikte dillerin kökeni ile ilgili çalışmalar çivi yazılı tabletlere kadar uzanmaktaydı. Peki yazının mucitleri aslında Türk dilinin dayanak noktası olabilir miydi? Sümerler ve Türk dilinin benzerliği ne boyuttaydı? Dil dünyasında yankı uyandıran bu teorinin gerekçelerini gelin hep birlikte inceleyelim. Milattan önce dört binlere gidiyoruz. Rotamız; Sümerler ve Türk dili.
(intro)
Onlarca medeniyeti şekillendiren Sümerler, asırlar boyunca uygarlıkları etkilemeye devam edeceklerdi. Tıpkı tarih öncesi dönemden bugüne kadar etkilerini hissettirdikleri gibi… Mağaralardaki kil tabletlere karışık semboller çizen bu ilk uygarlığın insanları, insanlık tarihinin en önemli ihtiyacını karşılamış olacaklar ve önemli bir dönüm noktasına ev sahipliği yapacaklardı. Küçük bir tablet üzerinde kendisine yer bulan bir anlaşma sistemi: yazı.
Milletler gibi yazı da tarihe şahitlik eder. Denilebilir ki dillerin milletlerin tarihine, tarihi kaderine ve yaşadıkları olaylara göre bizzat tarihî açıdan yapılmış sınıflanışı vardır. Sümerlerin başlatmış olduğu kültür aktarma aracı olan yazının elbette ki diğer dillerde de tarihî etkisini ve oluşum seyrini görmek mümkündü. Bu dillerden biri olan Türkçe, tarihin dokuz asrında ve dünyanın üç kıtası üzerinde imparatorluk dili olmuştu. Eski Asya ülkelerimizin hür ufuklarla çevrili bozkırlarından kopan gür bir sada (seda) ile bugünkü Türkiye Türkçesi halini almış her kullanımda hem kendisi etkilenmiş hem de diğer dilleri etkilemişti.
Elbette ki asırlarca şekillenmesinin ardından kullanılmaya devam etmiş ve geçmişte olduğu gibi bulunduğumuz zaman dilimi içerisinde de gelişimini sürdürmekte olan bu dilin kökeni merak konusuydu. Çünkü dilin olay ve olgulardan bağımsız olarak gelişimini devam ettirmenin çok ötesinde yaşadığı çağın kültürel ve çevresel olgularından etkilenen bir varlık olduğu bugün artık bilinen bir gerçek olarak karşımızda durmaktaydı. Bu etkileşimin başında da Sümerce – Türkçe ilişkisi gelmişti. Öyle ki Türkçenin Sümerce ile benzerliği 19. Yüzyıldan beri tartışma konusu olmuştu. Yapılan araştırmalar sonucunda Sümercenin eklemeli dillerin en eski temsilcisi olduğu ortaya çıkmasıyla birlikte iki dilin benzerliği konusunda araştırmalar artmaya devam etmiş, bu benzerlik tesadüflerin çok ötesine taşınmıştı. Bu çalışmalarla birlikte Sümercenin hem Türkçe hem de Macarların dili ile akraba bir dil olduğu, dolayısıyla Türkçenin de içinde bulunduğu Ural – Altay dil ailesinin en eski üyelerinden biri olduğu gün yüzüne çıkarılmıştı.
Sümerlerin günümüzden 5.500 yıl önce gelişmiş bir gramere sahip olduklarını ve destanlar yazdıklarını biliyoruz. Bu destanlarının içinden bugün dahi varlığını korumaya devam eden ve önemli görülen en bilindik eserleri ise Gılgamış Destanı’ydı. Bir dil gelişimini sürdürmeye devam ediyor zenginliğini, sürekliliğini, edebiyat ve bilim diline taşıyordu. Bu kadim dilin penceresinden günümüz toplumlarının dillerine geniş bir yelpazeden baktığımız zaman Moğolcanın, Fincenin, Macarcanın ve Türkçenin de aynı kökten geldiğini uzak devirlerden bize fısıldıyor gibiydi. Bu durumu kanıtlar nitelikte olan Sümerceden Türkçeye geçen pek çok kelime tespit edilmişti. Tüm bu bahsettiğimiz ve yukarıda sıralanan ortak noktalar akıllara şu soruyu getirmekteydi: Sümerce, Türk dili olabilir miydi?
Bu sorunun peşine nice Türkolog, Sümerolog ve dil bilimciler düştü. Dil üzerine yapılan çalışmalarda görülen ortak bir kanı var ki bu da Sümerceden Türkçeye yansıyan unsurların sadece kelimelerle sınırlı olmadığıydı. Bazı gramer kurallarının da Türkçe ile benzerlikleri söz konusu olduğu su götürmez bir gerçeklik ile karşımıza çıkıyordu. Alanın önde gelen isimlerinden Osman Nedim Tuna yaptığı araştırmalar sonucunda 165 kelimenin Sümerce ve Türkçede ortak olarak kullanıldığını ortaya koyuyor, adeta dil alanında gözden kaçmış bu önemli noktalara parmak basıyordu. Görünen o ki, iki dilin birbiriyle muhtemel ilişkisi sorgulanırken genellikle onların söz veya ses benzerliğini ele alan saptamalar üzerinde durulmuştu. Art arda gelen bu çalışmalar gittikçe yoğun bir hâl alarak ilerlemeye devam ediyordu. Türkçe söz dizimine uygun yapıyla kurulmuş birleşik kelimelerin Sümerlere ait çivi yazılı tabletlerde kendisine yer bulması bir diğer benzerlikti. Sümerce ve Türkçe arasında bazı dizimsel benzerlikler söz konusuydu. Bu benzerlikler daha ziyade ekler ile kendini göstermekte olup, bunlar tamlama eki, yönelme eki, çıkma veya ayrılma eki, bulunma eki, yön gösterme eki ve benzetme eklerinden oluşmaktaydı. Sümercede görülen bu eklerin Köktürk Dönemi’ndeki kelimelerle neredeyse aynı olduğu gerçeğine varıldı. Nitekim özellikle Sümercenin erken dönemlerine tarihlenen bazı sıfat tamlamalarında Türkçe ile benzer bir sıfat diziminin olduğu görülüyordu.
Dil toplulukların en önemli ifade aracı olduğundan dünya üzerinde yer alan her dilin ya da dil grubunun diğer dillerden ayrılmasını sağlayan pek tabiî birtakım özellikleri bulunur. Bu diller doğuşlarından, yayılmalarına, basit veya çekimli oluşlarına göre kendilerine yer buldular. Örneğin “Anadilim üzerine düşünmeye koyuldum; Türkçenin derinliklerine dalınca gözlerime on sekiz bin âlemden daha yüksek bir âlem göründü…” sözüyle Türkçe hakkında görüşlerini özetleyen Ali Şir Nevai’ye göre Türkçe; fiiller ve mecazlar diliydi. Bir tarih boyunca at üstünde yaşayarak engin Asya bozkırlarını “Gel! Git! Koş! Dur!” gibi tek heceli kelimelerle dolduran Türkler, devamlı bir fiil ve hareket halinde oldukları için dili fiil-eylem üzerinden şekillendirmişlerdir çünkü diller, toplumun ihtiyacına göre farklılık gösteren yapılardan meydana gelmekteydi. Her ne kadar kendi kültürünün özelliklerini yansıtan anlaşmalar sistemi olsa da; dilin, zamanı tam olarak kestirilemeyen karanlık dönemlere kadar doğuşu uzanmaktadır. Bu karanlığı aydınlatmak üzere Türk dilinin tarihi üzerine çalışmalar yaparak Türk dünyasını heyecanlandıran bulguların gün yüzüne çıkartılmasında Fritz Hommel’in ve Osman Nedim Tuna’nın çalışmaları bu konunun önemli yapı taşlarını oluşturuyordu. Netice itibariyle denilebilir ki bir tesadüf eseri okuduğu kitaptaki Türkçe-Sümerce kelime benzerliğinden yola çıkan Osman Nedim Tuna, Türkçenin yolculuğunda başlangıç noktası için ilk insanlığı işaret ediyordu. Elbette ki araştırması devam eden bu konuya uzmanların yaklaştığı gibi yaklaşarak bu güçlü teorinin hâlâ bir teoriden ibaret olduğunu söylemeden geçmiyoruz.
Bu bilgiler ışığında bilinen bir şey var ki o da Türkçenin her zaman araştırmalara konu olacak kadar köklü bir dil olduğudur. Dil dünyası bu gerçekliği araştırmaya devam ederken biz de öğrenmeye devam edeceğiz. Böylece bir videomuzun daha sonuna geldik. Videolarımızdan haberdar olmak için abone olmayı ve bizlere destek olmak için videoyu beğenmeyi unutmayın.
0 Yorum