Tuna Nehri’nin Hasta Adamı, Boğaziçi’nin Hasta Adamı, Avrupa’nın Hasta Adamı….
Ülkeler tarafından sıklıkla kullanılan bu “hasta adam” söylemi aslında neyi ifade ediyor? Devletler, tarihin tozlu sayfalarında neden böyle anıldı? Kullanılan aslında bir gerçeğin temsilcisi miydi yoksa bir metaforun ürünü müydü? Gelin, hep birlikte devletlerin siyasî söylemleri altında yatan gerçekleri gün yüzüne çıkaralım;
İşte, geçmişin ve 21. yüzyılın hasta adamları…
İntro
Hasta Adam söylemi oldukça basit ama etkili bir anlatımın ifadesidir. İlk defa Çar Nikolay tarafından ortaya atılan bu kelime, bir imparatorluk gücü olan Osmanlı devletinin dağılma dönemi için kullanıldı. 19. yüzyıl itibariyle Avrupa, Uzak Doğu, Orta Doğu gibi pek çok yer için de kullanıldığı görüldü. Peki, coğrafî şartlar ve konumlar itibariyle birbirinden oldukça farklı olan bu toprakların ortak noktası neydi?
İnsan gücü ile birçok ülkeden daha avantajlı durumda olan Çin, diğer yandan bugünün teknoloji dehası Japonya dahi bu benzetme ile anılmaktan kurtulamadı. Günümüzde hâlâ kullanılmaya devam eden bu söylem özellikle siyaset literatüründe ve devlet liderlerinin konuşmalarında yer alan en çarpıcı ifadelerin başında geliyor. Geçmişte olduğu gibi yirmi birinci yüzyıl dünya siyasetinde de etkisini sürdüren bu benzetme, aynı zamanda gün geçtikçe kullanım alanını da genişletiyor. Anlam penceresinden baktığımızda ilk olarak yılgın, bitkin, eskisi gibi sağlıklı olmayan bir insan düşüncesi akla geliyor. Bu fikir, gerçeklik payını içinde barındırıyor olsa da aynı zamanda bir metaforu beraberinde getirdiğini unutmamak gerekir. Çünkü bu basit ifade daha yakından bakıldığı zaman aslında görünenin altında bir dizi derin anlamlar barındırıyor. Bir hastalığın var olduğu isminden anlaşılıyor fakat bu sefer söz konusu olan ve kastedilen insanlar değil; geçmişin ve geleceğin devletleri… Nitekim Jean Jacques Rousseau devletlerin ve siyasetin dünya üzerindeki egemenliğini çok önceden tahmin etmiş olacak ki;
“Tarihte ilk kez bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip “Burası benimdir” diyen ve buna inanacak kadar saf olan insanlar bulabilen ilk insan, uygar toplumun ilk kurucusu oldu. O zaman biri çıkıp, çitleri söküp atıp ya da hendeği doldurup, sonra da insanlara “Sakın dinlemeyin bu sahtekârı. Meyveler herkesindir. Toprak hiç kimsenin değildir. Ve bunu unutursanız mahvolursunuz” diye haykırsaydı, işte o adam, insan türünü, nice suçlardan, nice savaşlardan, nice cinayetlerden kurtaracaktı.” diyerek Uygar toplumu ve devletleri böyle eleştirdi. Ona göre devlet ve siyasi yapıların uyumsuzluğu ancak tüm devletlerin adil bir sözleşme altında toplanmasıyla giderilebilirdi. Bu da güçlü- güçsüz ayrımının yapılmadığı bir dünya düzenini işaret ediyordu. Uğruna nice savaşların, göçlerin ve daha birçok dramların yaşanmasına dünya, tarih boyunca ev sahipliği yaptı. Toplumlar, sosyal yapının değişmesiyle birlikte birçok ekonomik felaketlerle de karşı karşıya kaldı. Birinci Dünya savaşı, İkinci dünya savaşı, Soğuk savaş gibi dünyayı derinden sarsan olaylar zinciri, tahribatları etkisiyle oldukça yıkıcı etkiler bıraktılar. Bu toplumsal olayların seyrini değiştirenler sermayesi güçlü olanlardı. Küresel olaylardan etkilenen devletler ise diğer yandan; Sanayi kuruluş planları, kalkınma ekonomi planları gibi projeler ile ülkelerin devamlılığını sağlamak için çeşitli çalışmaları uygulamaya başladılar. Devreye giren bu projelerin amacı, savaşlardan yeni çıkmış ülkelerin kalkınmasına fayda sağlamak ve ekonomik buhranlardan en az etkilenmekti. Yitirilen kaynakların yeni atılımlarla geliştirilmesi, halkın refahı için atılacak adımların başında geliyordu. Az önce örneklendirdiğimiz birçok yenilik ve gelişmelerle birlikte devletleri ayakta tutan en önemli güç statüsüne ekonomi gelmişti. Bu köklü değişiklikler devletleri temelden sarsmaya devam ediyor, dengeler değişiyordu. Çünkü değişime açık bir yapının olduğu yerde hiçbir beşerî unsur sabit değildi. Bu değişimlerden biri de çağdaşlaşmayla birlikte gelen ve ülkeleri var eden sermaye gücüydü. Savaşların sonucunu bile şekillendiren güç gösterileri; teknolojik silahlar, nükleer bombalar, finansal yatırım araçları ile gerçekleştiriliyordu. Netice itibariye taş, tüfek devri geride kalmış sahneye uygar insan çıkmıştı. Yeni dünyada söz sahibi olanlar ham maddeyle ekonomisine katkı sağlayarak süper güç olarak anılacak ve hiyerarşinin en üst basamağında yer alacaklardı. Bu imkanları bünyesinde bulunduran devletler, yeterli ekonomik güce sahip olmayan topraklar için “hasta adam” benzetmesini kullandılar.
Emperyalist devletlere göre parçalanması en kolay olan ve üzerinde koloni, ticaret kurabilecekleri devletlerdi bunlar. Açık bir şekilde “hasta” adam olarak anılan devletler, ekonomik açıdan söz sahibi olan devletlerin sermaye kapısıydı. Güçlü olan daha fazla güçlenirken hasta adam olarak adlandırılan devletlerin payına sömürülmek, açık pazar haline gelmek düşecekti. Saflar zengin-fakir ayrımına göre şekillenmişti. Tarih boyunca süreç tam olarak böyle işledi, işlemeye devam etti. Büyüklük daha çok ticaretle, piyasaya hâkim olmakla eş değer sayıldığından bu nitelikleri bünyesinde bulunduranlar çağlar boyunca söz sahibi oldular. Diğer yandan tarihin olağan akışında devletlerin büyüklüğü de el değiştirdi. Bugün adını dahi bilmediğimiz fakat bir süre önce kendi sınırlarına sahip olan birçok devlet, güçlü bir ekonomiye sahip olamamanın hazin sonunu yaşayarak “hasta adam” olarak anıldılar ve yok oldular. En zengin yeraltı kaynaklarına sahip olanlar hasta adam olarak gösterilirken diğer yandan bu kaynaklardan faydalananlar kendilerini dünyanın süper gücü olarak tanımladılar.
Örneğin bugünün İngiltere’si ekonomide söz sahibi olan devletlerden biriyken Afrika ise hasta adam konumuna getirildi. Fakat videomuzun başında dediğimiz gibi bu söylem kullanım alanını genişleterek farklı alanlarla kullanılmaya devam ediyor. Bunun birden çok örneğine ise yakın tarihlerde şahitlik ettik. Korona virüs salgınından etkilenen İngiltere için yakın geçmişte gazete başlıklarında “Avrupa’nın Hasta Adamı: İngiltere” manşeti atıldı. Biraz daha geçmişe gittiğimizde ise Amerikan The New York Times gazetesinin, 1917’de Avrupa’nın “hasta adamı” olarak Rusya’yı işaret ettiğini görüyoruz, elbette ki bu söylemin gerekçesi ise ekonomik koşullar ve yaşanan krizlerdi. Bu ülkeler arasında bir örnek var ki birçoğumuz tarafından müreffeh ülke statüsünde sayılsa da tüm ülkelerden daha fazla “hasta adam” olarak ilan edildi: İtalya. İngiliz The Economist dergisine göre, 2005’te İtalya, Avrupa’nın “gerçek” hasta adamıydı. Ekonomik olarak düşüşlerin ve borç açıklarının bedelini böyle ödedi ve 2020 senesine kadar ise belli aralıklarla böyle anıldı. Yoksulluk ve sınırda yaşam mücadelesi İtalya’nın diğer ismi olmuştu.
Almanya ise Batı ve Doğu Almanya’nın birleşmesinin getirdiği ekonomik zarardan ötürü “Hasta Adam” olarak nitelendirildi.
Kim bilir, bugün belki süper güç olarak bilinen devletler gelecekte “hasta adam” olarak anılacaklar. Geçmişte olduğu gibi gelecekte de dünya yaşamı ve devletler var oldukça hasta adamlar bitmeyecek.
Videomuzun sonuna gelmişken devletler ve toplum ilişkisine dair bilgilere ulaşmak için kaynak aldığımız ve kitap önerileri serimizde yer verdiğimiz siyasî- felsefî metin olan “Toplum Sözleşmesini” konumuz aracılığıyla tekrardan öneriyoruz. Böylece bir videomuzun sonuna gelmiş olduk. Videolarımızdan haberdar olmak için abone olmayı ve bizlere destek olmak için videoyu beğenmeyi unutmayın.
0 Yorum