Yeni Çağ’da Avrupa içlerine hızla ilerleyen bir süper güç vardı: Osmanlı İmparatorluğu. Ancak bu güç 1683 yılında Viyana kapılarında durdurulmuş ve artık gerileme sürecine sokulmuştu. Buna çok benzer bir süreç ise Ortaçağ’da yani Avrupa’nın karanlık, Emevi hâkimiyetindeki Müslümanlarınsa altın çağında 732 yılında yaşanmıştı: Puvatya Savaşı’nda.
Her devletin güttüğü politikalara göre bir doğal sınırı vardır ve artık bu sınırların dışına çıkması devleti çok zorlar. Osmanlı’da bu doğal sınırın Viyana olduğunu bilmeyen yoktur. Ancak Avrupa benzer bir süreci daha önce de yaşamıştı. Ortaçağ döneminde günümüzde İspanya ve Portekiz’in bulunduğu İber Yarımadası üzerinden Avrupa’ya ayak basan Emevi Müslümanları, Endülüs ismini verdikleri bu topraklarda hızla ilerlemeye başlamıştı. Şimdi gelin Emevilerin Avrupa içlerine nasıl sokulduğuna kısaca göz atalım. Böylece Puvatya Savaşı’ndan önce Müslümanların Puvatya’ya kadar nasıl geldiğini anlayabiliriz.
Emevi Halifesi I. Velid döneminde İspanya Vizigotların elindeydi. Krallık iç karışıklıklardan zayıf düşmüştü. Kral Rodrigo, halk tarafından sevilmiyordu. 711 yılında Tarık bin Ziyad komutasındaki bir İslam ordusu Cebelitarık Boğazı’nı geçerek İspanya’ya girdi. Tarık bin Ziyad askerlerinin geri dönme ümidini yok etmek için boğazı geçtikten sonra gemilerini yaktırdı. İspanya’ya geçen İslam ordusu Kadis Muharebesi ile burayı fethetti.
Artık İspanya’nın fethi için Müslümanların önünde ciddi bir engel kalmamıştı. Nitekim Târık’ın bu savaş sonrasında görevlendirdiği kumandanlar kısa sürede Malaga, Elvira (İlbîre) ve Córdoba’yı (Kurtuba) ele geçirirlerken kendisi de Ecija’yı (İsticce) ve arkasından Vizigotlar’ın başşehri Toledo’yu (Tuleytula) fethetti. Bu sıralarda Vizigot idaresinden memnun olmayan bazı şehir ve kale halklarının, özellikle ağır dinî baskılara mâruz kalan yahudilerin kapılarını kendiliklerinden açtıkları bilinmektedir. 712 yılında, fethin tamamlanmasına yardımcı olmak için Mûsâ b. Nusayr çoğunluğu Araplardan oluşan 18.000 kişilik bir ordunun başında İspanya’ya geçti ve Sevilla (İşbiliyye) , Carmona (Karmûne), Niebla (Leble) ve Mérida’yı (Mâride) zaptettikten sonra Toledo’da (Tuleytula) Târık b. Ziyâd’la buluştu. İki kumandan daha sonra fetih hareketini İspanya’nın kuzeyine doğru iki koldan devam ettirdiler ve ertesi yıl içerisinde Leon (Liyûn), Galicia (Cillîkıye) bölgeleri ve Lérida (Lâride), Barcelona (Berşelûne), Zaragoza (Sarakusta) şehirleri hâkimiyet altına alındı. Yarımadanın en doğu ve en batı bölgelerini de Abdülaziz b. Musa fethetti.
Bu fetihlerden sonra İspanya, Emevilerin bir eyaleti durumuna geldi. Müslümanlar buraya büyük bir ihtimalle İber Yarımadası’nda yaşayan bir diğer halk olan Vandallardan dolayı Vandalusya isminden çevirerek Endelüs dediler. Ancak bu iddianın tam olarak tarihsel bir dayanağı yok. Sadece bir tahmin. Kısaca bu savaşlar ve muharebeler sonucunda günümüz İspanya ve Portekizi’nin bulunduğu İber Yarımadası artık Endülüs Emevilerinin toprağı olarak anılmaya başladı. Bu ilerleyişten sonra Emevi Halifesi’nin kulağına bazı söylentiler gelmeye başlamıştı. Siyasi çıkarlar sebebiyle Mûsâ b. Nusayr ve Tarık b. Ziyad ikilisinin Endülüs fetihleriyle bu kadar ön plana çıkmasından hoşnut olmayan bazı kişiler Halife Velid’e bu iki kumandanın Emevilerden bağımsızlığını ilan ederek Endülüs’te kendi devletlerini kurmak istediklerini söylediler. Bunu duyan Halife Velid acil bir şekilde Mûsâ b. Nusayr ve Tarık b. Ziyad’ı başkent Şam’a, huzuruna çağırdı. Bu iki kumandan fetihleri yarıda bırakıp yaklaşık 5.500 km yol kat ederek halifenin huzuruna çıktı. Ancak halife çok kısa bir süre sonra vefat etti ve halifenin yerine kardeşi Süleyman geçti. Halife Süleyman abisine çok bağlı olduğunu bildiği için Mûsâ b. Nusayr’a neredeyse ölüme varacak kadar ağır cezalar ve yaptırımlar uyguladı. Tarık b. Ziyad bu kadar cezalandırılmadıysa da ikisinin de Endülüs’e gitmesi yasaklandı.
Bu dönemden sonra Endülüs’te Valiler Dönemi olarak adlandırılan bir yönetim şekline geçildi. I. Abdurrahman’ın 756’da Endülüs Emevî Devleti’ni ilânına kadar devam eden bu dönemde yirmi bir vali iş başına geldi. Bunlardan bazıları doğrudan Şam’daki Emevî halifesi veya onun adına Kuzey Afrika valisi tarafından tayin edilirken bazıları da Endülüslü askerler tarafından seçildi. Bu valilerden pek çoğu gözünü Pirene Dağları’nın ardına, Frenk topraklarına çevirdi. İslâm orduları Fransa’nın güneyindeki Septimania (Sebtimâniye) ve Narbona (Arbûne) bölgelerini ele geçirerek bugünkü Paris’in bulunduğu bölgeye yaklaştılar. Ancak asıl kader noktası ise Poitiers ve Tours şehirleri arasında yer alan ovada yapılan savaşta gizliydi: Puvatya Savaşı’nda.
Müslümanların 732 yılında Tours ve Poitiers şehirleri arasında yer alan ovada Frenklere yenilmesi, Avrupa’da gerçekleştirilmek istenen fetihler açısından bir dönüm noktası olmuştur. İslâm kaynaklarında Belâtüşşühedâ yani Şehitler Düzlüğü adıyla geçen bu savaştan sonra eskisi kadar dışa açılamayan Müslüman fâtihler güçlerini kendi aralarında baş gösteren iç çekişmelerde tüketmeye başladılar. Puvatya Savaşı’nın yapıldığı alan Paris’e oldukça yakındı, yaklaşık 230 km. Bu da Emevilerin Avrupa’nın ne kadar da içlerine sokulduğunun bir işaretiydi. Hatta öyle rivayetler var ki bu topraklarda akınlar yapan birlikler Paris’in 30 km yakınına kadar gelmişti.
Frank topraklarında ordusu ile pek çok çarpışmadan zaferle ayrılan Abdurrahman El-Gefiki komutasındaki Endülüs ordusu, ilerlediği bölge dâhilindeki kale ve şehirlerin istihkâmlarını kırmıştı. Galya Dükü Eudes ile yaptığı muharebeden zaferle ayrılan Gefiki, ağır bir yenilgiye uğrattığı düşmanının arkasında bıraktığı ganimetleri de ele geçirmişti. Bourdeaux, Müslümanların kontrolüne geçmiş ve akın başarıyla sonuçlanmıştı. Karolenj Hanedanlığı’nın fiili yönetimi elinde bulunduran Charles Martel komutasında bir ordu teşkil edilerek Müslüman ilerleyişine darbe vurulmak istenmişti. Geri dönüş yolunda olan Emevi ordusu, Fransa’nın Tours ile Poitiers kentleri arasında Charles Martel’in kuvvetleriyle karşı karşıya gelmişti. Charles Martel’in kuvvetleri Abdurrahman El-Gefiki’nin çoğu iddiaya göre sayıca fazla olan kuvvetlerini çok ağır bir yenilgiye uğratmıştı. Ve bu savaş sonucunda Müslüman kumandanlar hezimet psikolojisiyle beraber bu topraklarda daha fazla kalamayacağını düşünmeye başlamışlardı.
Puvatya Savaşı, Avrupa tarihinde dönüm noktası niteliği taşıyan savaşlardan biri olarak kabul edilmektedir. Avrupalı tarihçilere göre bu savaş, Avrupa topraklarının Müslüman-Arap istilasından kurtarılması olarak değerlendirilmektedir. Müslüman ilerleyişinin Puvatya önlerinde durdurulması, Hristiyan kimliği ve kültürel değerlerinin günümüze kadar taşınması açısından büyük önem taşıdığı ileri sürülmektedir. Öyle ki pek çok Avrupalı tarihçi, tarihin akışını değiştiren belli başlı savaşlar arasında ilk sıraya Puvatya Savaşı’nı yerleştirmiştir. Çoğu tarihçi eğer Puvatya önlerindeki muharebenin Charles Martel tarafından kazanılmamış olsaydı İslamiyet’in bir Avrupa dini haline dönüşmüş olacağını ifade etmektedirler. Bu sebeple Charles Martel, Hristiyan dünyasında kurtarıcı olarak hafızalara yer edinmiş bir kumandan olarak hatırlanmaktadır.
Bu olayların yaşandığı 732 yılından 951 sene sonrasına, 1683’e baktığımızda II. Viyana Kuşatması’nda tarihin ne denli tekerrür ettiğini görebiliyoruz. Ya da belki de sadece hatalar tekerrür ediyordur…
0 Yorum