19. yüzyıl Rus edebiyatının ikonik karakterlerinden İlya İlyiç Oblomov… Tembelliği ve sürekli yatmayı hayat felsefesi haline getirmiş bir asilzade… Peki, Gonçarov kitabında konu aldığı bu karakterin yaşamıyla bizlere neyi anlatmak istiyordu? Oblomovluk neydi? Romanda karşımıza çıkan Rus tembelliği ve Alman çalışkanlığı karşılaştırması bize neyi gösteriyordu? Gelin videonun devamında Rus edebiyatının önemli isimlerinden İvan Gonçarov’un Oblomov kitabını tahlil edelim.
(intro)
Gonçarov’un mevzubahis romanını kısaca bir özet geçerek tahlilimize başlayalım. Oblomov yüksek orta halli Rusya’nın on dokuzuncu yüzyıl toprak sahibi bir soylusunun oğludur. Oblomov’un en belirgin özelliği hayata karşı olan tembel tutumudur. Oblomov, günlük işlerini yatağından yöneterek bu özelliğini bir sanat biçimine dönüştürür. Kitabın ilk kısmı Oblomov’un bir sabah yatağında bulunmasıyla başlar. Malikanesinin yöneticisi, Oblomovka’da mali durumunun kötüleştiğini ve bazı önemli kararlar almak için ziyaret etmesi gerektiğini açıklayan bir mektup alır ama Oblomov kırlara birkaç kilometrelik yolculuk bir yana odasından zar zor çıkabiliyordur. Uyuduğu sırada gördüğü rüya Oblomov’un Oblomovka’daki yetiştirilişini gözler önüne serer. Ailesi onu sürekli tatiller, geziler ve önemsiz nedenlerle okuldan alıyor ve hiçbir zaman çalışması veya ev işleri yapması gerekmiyordur. Buna karşılık Alman bir baba ve Rus bir anneden dünyaya gelmiş olan arkadaşı Andrey Ştolts, katı ve disiplinli bir çevrede yetişmiş; kararlı ve çalışkan biridir. Ştolts, Oblomov’u ziyaret eder ve onu sonunda uykusundan uyandırır. Böylece Oblomovka’ya doğru bir yolculuğa çıkarlar. Kitabın devamında türlü türlü entrikalar döner. Ştolts onu sürekli tembellikten vazgeçirmeye çalışsa da Oblomov’un yaptığı şey aslında tembellik değil Oblomovluk’tur.
Peki, nedir Oblomovluk? Oblomov Doğu toplumları için hiç de yabancı bir karakter değildir. Oblomov aslında Doğu dünyasının bir temsiliyken Ştolts ise Batı toplumunun bir temsilidir ve yazar aslında Oblomov ile Ştolts üzerinden Batı ve Doğu toplumlarını çatıştırmaktadır. Her ne kadar bizler Türkiye’de Rusya’yı Avrupalı olarak görsek de Avrupalılar tarafından Ruslar hiçbir zaman sahiplenilememiştir. Ruslar, hem coğrafi hem de sosyo-ideolojik olarak Avrupa’nın Doğu toplumudur. Oblomov; soylu birinin oğlu olduğundan dolayı hep hizmet edilerek yetiştirilmiş, tembelliğe alıştırılmış ve aslında kendi ayakları üzerinde duramayacak şekilde yaşayan bir bireydir. Kendisine hizmet edecek birilerinin olmaması onun için adeta ölümdür. Bunun örnekleri yalnızca kitabın yazıldığı 19. yüzyılda kalmış değildir, halen daha Oblomovlar görülebilmektedir. Doğu toplumlarında ailelerin çocuklarına olan tutumları Batı toplumlarındakinden farklıdır. Batı toplumlarında iyi bir çocuk yetiştirmek, kendi ayakları üzerinde durabilen fertler yetiştirmek olarak görülürken; Doğu toplumlarındaysa iyi ebeveynlik, çocuğun elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak olarak görülür. Bu yüzden Batı toplumunda yetişen bireyler disiplinli ve çalışkan olarak nesiller boyu yetiştirilirler ki bu da günümüzde Batı medeniyetinin böylesine gelişmiş olmasının başlıca nedenlerindendir. Ne kadar refaha ulaşırlarsa ulaşsınlar Oblomovluk çukuruna saplanmaz, disiplin ve çalışkanlığı her şartta sürdürürler. Doğu toplumlarındaysa refah bir sirkülasyona girmiştir.
Oblomov gibi durumu iyi olan ailelerden gelen insanlar, hayatın rüzgarlarına karşı ince bir dal gibidir. Bu da onları servetlerini koruyamamaya sürükler. Kendileri fakirliğe saplanmasalar dahi çocukları artık fakirleşmiş olurlar. Fakirlikle geçen çocukluklarında iyice bilenen bu bireyler aynı zamanda ebeveynlerine düşman hale gelirler ve şunu kafalarına koyarlar: “Ben günün birinde çok zengin olup çocuklarımın her istediğini yapacağım. Benim yaşayamadığım hayatı onlar yaşayacak.” Bu azim ve hırsla beraber eğer başarabilirlerse gerçekten de zengin olurlar ve ellerini sıcak sudan soğuk suya sokmadıkları çocuklar yetiştirmeye çalışırlar. İşte bu çocuklar aslında geleceğin Oblomovlarıdır. Fakirlik içinde yetişen çocuğun bir amacı, hayata tutunmak için bir gayreti vardır. Ancak Oblomovlar, bu hayatta bir amaç için fazla uzaktırlar. Çocuklukları boyunca onları kışkırtan, bilenmelerine sebep olan hiçbir şey yoktur. Geleceğe dair bir hayalleri yoktur, hayatta kalmaları için gereken her şeyi onlar yerine yapan insanlar vardır zaten. Oblomov kitapta şöyle diyordu:
“Biliyor musun Andrey, benim içimde ne yakıcı ne de kurtarıcı hiçbir ateş yanmadı. Hayatımda hiçbir zaman başkalarınınki gibi gittikçe renklenen, parlak bir güne çevrilen bir sabah olmadı; bir sabah ki yakıcı öğlesi geçtikten sonra yavaş yavaş solsun ve kendiliğinden akşama karışsın. Hayır, benim hayatım, sönmüş başladı. Tuhaf, fakat böyle. Kendimi bilir bilmez sönmeye başladığımı hissettim… Ya ben yaşadığım hayatı anlayamadım ya da bu hayatın hiçbir değeri yoktu.”
İşte Oblomov’un sarf ettiği bu cümlelerden de anlayacağınız üzere hayatta amacı olmayan insanlar artık yaşamaya çalışmayı bırakırlar. Onlar için hayat ölmeyi beklemek üzerinedir. Batı toplumundaki soylular daha fazla iş yapabilmek için bazı basit işleri yaptırmak üzere uşaklar tutarken, Doğu toplumunda ise uşaklar efendilerin aylaklık edebilmesi için tutulurlar. Batı’da refah aydın sınıfını ortaya çıkarmışken, Doğu’da refah aylak sınıfını ortaya çıkarmıştır. Oblomov, aslında tembelliğinden dolayı suçlanması gereken birisi değil; ailesi tarafından Oblomov olarak yetiştirilmiş bir kurbandır. Oblomovluk kurbanı insanların sayısı günümüzde de azımsanamayacak kadar fazladır. Ne yazık ki Doğu dünyası Oblomovluk çemberini bir türlü kıramamış ve Batı disiplinine bir türlü ulaşamamıştır. Bir dönemlerin süper gücü olan Osmanlı İmparatorluğu da aslında Lale Devri’yle beraber Oblomovluğa tutulmuştur. Sarayda yetişen sultanlar, ordunun başında bulunmak gibi büyük bir görevi paşalarına bırakarak saray içlerine gömülmüş; bu da onları güçsüzleştirmiştir. İşte bu yüzden Rus klasiklerini bizler de çok iyi özümseriz. Avrupalılar tarafından aralarına kabul edilmeyen bu iki Doğulu topluluğun ortak kaderidir Oblomovluk. O kadar refaha rağmen Rus toplumunda da Türk toplumunda da diğer Avrupalı topluluklar kadar aydın nüfusu yetişememiş, yetişse bile bu aydınların torunları birkaç nesil sonra yeniden eski hallerine geri döndüğünden süreklilik sağlanamamıştır. Gonçarov bu kitabında bir durum tespiti yapıp Oblomovluğun şifasından bahsetmediği için biz de videomuzu burada noktalıyoruz. Ancak sizler, bu toplum olarak Oblomovluk çemberini nasıl kırabileceğimize dair düşüncelerinizi yorumlarda paylaşabilirsiniz.
Böylece bir videomuzun daha sonuna gelmiş olduk. Videolarımızdan haberdar olmak için abone olmayı ve bizlere destek olmak için videoyu beğenmeyi unutmayın.