Geçtiğimiz aylarda 2 dönem filmi vizyona girdi. Tam olarak girdi de diyemeyiz. Sinemalar kapalı olduğundan ikisi de dijital platformlara satıldı. İki film bazı ortak konular içerdiğinden ve yakın tarihlerde geçtiğinden ikisini de aynı videoda incelemek istedik. İlk filmimiz “Miami’de Bir Gece” ikincisi filmimiz ise “Chicago Yedilisinin Yargılanması” olacak. Şimdi gelin filmlerimizi incelemeye başlayalım…
İlk film Muhammed Ali’nin dünya ağır sıklet boks şampiyonu olduğu 25 Şubat 1964 gecesinde geçiyor. Bunu kutlamak için siyah hakları savunucusu Müslüman Malcolm X, Muhammed Ali, şarkıcı-söz yazarı Sam Cooke, daha sonra aktör olacak futbolcu Jim Brown bir araya geliyor ve hararetli tartışmalara giriyorlar. Filmin diyaloglar üzerinden ilerleyen teatral bir havası var. Çünkü bir tiyatro oyunundan uyarlanmış. O akşam neler konuşulduğuyla ilgili fazla bilgiye sahip değiliz. Ama böylesine mutlu bir günde birbirlerini kıracak ciddi tartışmalar yapmadıklarından eminiz. Diyaloglar kurgu olsa da gerçekliğini yitirmiyor. Sadece gerçek tartışmalar onların ağzından yapılıyor.
Tartışmalar çoğunlukla Malcolm X ve Sam Cooke arasında oluyor ve Malcolm X’i filmin baskın karakteri olarak görüyoruz. O hırçın, sinirli, mücadeleci ruhu iyi yansıtılmış. Onun için önündeki bir yıl çok yorucu olacak nasıl olsa. İlerleyen aylarda arasının bozuk olduğu İslam Milleti Hareketi’nden istifa edecek, ilk kez Hacc’a gidip beyaz Müslümanların da olduğunu fark ederek dininin asıllarını öğrenecek, Avrupa ve Afrika’da ziyaretler gerçekleştirecek. Amerika’ya döndüğündeyse eski cemaati, FBI, medya gibi yerlerden tehditler alacak. Çok geçmeden de bir suikasta kurban gidecek. Konuya dönersek Malcolm, Sam’i siyahlar için yeterince faydalı olmamakla suçluyor. Biraz da beyaz yalakası olmakla diyelim. Sam’in de kendi sebepleri var. Yakın zamanda Müslüman olduğunu açıklayacak Muhammed Ali’yse zıpırlığıyla ortalığı şenlendiren karakter oluyor. Jim Brown ise ağır abi modunda. Sizi bazen hüzünlendiren, bazen geren, bazen mutlu eden ağır akışlı filmleri seviyorsanız bu filmi seveceğinizi düşünüyoruz.
İkinci film olan Chicago Yedilisinin Yargılanması yaklaşık 4 yıl sonrasında geçiyor. Aradan geçen zamanda Malcolm X ve başka bir siyah hakları savunucusu Martin Luther King öldürüldü. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı’nın babası olan ABD Vietnam’a asker gönderme kararı aldı. Muhammed Ali, Vietnam’a gitmeyi reddettiğinden 3 yıl boyunca bokstan uzak kaldı. 1968 yazında Demokrat Parti Chicago’da kongre düzenleyecek. Savaş karşıtı sol genç gruplarıysa Vietnam’a asker gönderilmesini protesto etmek için Chicago’ya akın ediyor. İşler karışacak anlayacağınız.
Savaşa asker göndermenin meşruiyeti üzerinde durmak istiyoruz. Tabii ki dünyada savaşların olmasını normal olan kimse istemez. Bu yüzden savaş karşıtlığı fikri samimi gelmiyor. Bazı sebeplerden dolayı savaşlar çıkıyor. Çıkan bu savaşlarda ölenler illaki oluyor. Protestocuların tavrı “Vietnam’da ne işimiz var!” şeklinde. Gerçekten bakıldığında binlerce km ötedeki Vietnam’da Amerikan askerlerinin ölmesi mantıklı değil. Ama bu eksik bir okuma olur. Amerika ve Sovyetler, İkinci Dünya Savaşı öncesinde ideolojik olarak birbirine uzak iki zıt kutupken bir anda dünyanın efendileri oldular. Batı blokunun lideri Amerika, Batı ve Orta Avrupa’ya hatta bize yardımlar yapıp dünyaya anti-komünist ideoloji pompalarken Vietnam’da varlık göstermese olmazdı. Zaten güneylileri de onlar kışkırtmıştır. Savaş suçu da işlemişlerdir. Hezimete uğradıktan sonra da üstünü Rambo’yla kapattılar. İşte bu yüzden mesele aidiyetle alakalı. Savaşa gidenler yüksek Amerikan ideallerine hizmet ettiklerini düşünüyorlardı. Savaşı protesto edenlerse boşuna öldüklerini. Belki de diğer tarafa daha yakın hissediyorlardı. Muhammed Ali de bu savaşın kendi savaşı olmadığını düşündüğünden gitmemişti. Bu yüzden “Protestocular savaş karşıtıymış ne güzel.” demenin sığ bir bakış açısı olduğunu düşünüyoruz.
1968 yazında bir haftadan kısa bir sürede gerçekleşen olaylar ortalığı karıştırmaya yetti. Bu itaatsizlik karşısında devletin tepkisi sert oldu. Chicago polisi, ulusal muhafızlar, ordu, FBI kim varsa oradaydı. Barışçıl yapılması planlanan protestolarda ortalık kan gölüne döndü. Polisler, protestocular ve sivillerden yaklaşık 800 kişi yaralandı. Olaylardan 1 yıl sonra protestocuların yaşananlardan sorumlu tutulduğu, isyana ve ayaklanmaya teşvik etmekle suçlandıkları bir dava açıldı. Filmde mahkemeyi ve olayların yaşanış sürecini izliyoruz. Sinemanın belgesel olmadığı açık bir gerçek. Bu yüzden hiçbir filmde anlatılanlara saf gerçek olarak bakmak doğru değil. Protestocuları tutan bir film var karşımızda. Doğal olarak o ortamda kimse sakinliğini koruyamaz. İsteyerek veya istemeyerek iki taraf da gerilimi tırmandırmıştır ve tek bir sorumlu yoktur. Hoş, yıllarca Amerika’nın kendi propagandasını yapmasını izlemiştik. Biraz da günah çıkartmalarını izleyelim. Bunu yaparken de onlar kazanacak ama neyse.
Bu videomuzda filmleri farklı bir bakış açısıyla ele almak istedik. Çekim teknikleri, kamera açıları gibi set arkası kişileri ve yönetmeni eleştirebilecek yetkinlikte değiliz tabii. Ama oyunculuklar da iyiydi. Özellikle ikinci filmin kadrosunda oldukça tanınmış oyuncular var. Yönetmeni de Social Network, Moneyball gibi filmlerin yazarı Aaron Sorkin. Miami’de Bir Gece ise Oscar ödüllü oyuncu Regina King’in ilk uzun metraj yönetmenlik deneyimi. İlkini gerçekleştirdiğimiz bu film incelemesi videosunun sonuna geldik. İlerleyen zamanlarda değerlendirmemizi istediğiniz filmleri videonun altına yorum olarak yazabilirsiniz. Videolarımızdan haberdar olmak için abone olmayı ve bizlere destek olmak için videoyu beğenmeyi unutmayın…