Takvim yapraklarının 20 Aralık 1873’ü gösterdiği bir gün Fatih Sarıgüzel’deki mütevazı evde bir heyecan vardı. Arnavutluk’un İpek kazasından Şuşisalı Mehmet Tahir Efendi ve Buhara asıllı Şerife Hanım’ın oğulları dünyaya gelmişti. Babası Mehmet Tahir Efendi bu çocuğun gelecekte ne denli büyük bir adam olacağından habersiz halde oğluna ebced hesabıyla doğduğu yıl olan 1290’a karşılık gelen Rağıf ismini verse de çevresindekiler ona Akif diyecekti. Annesi her ne kadar medresede okumasını istese de Mehmet Tahir Efendi Fatih Medresesi’nde müderris olduğundan ona bu eğitimi zaten verebileceğini söylemiş ve bu yüzden oğlunu Emir Buhari Mahalle Mektebi’ne vermişti. Babası tarafından Arapça dersleri, Fatih Camii’deki Esad Dede tarafından Farsça dersleri almış, özel hocalardan Fransızca öğrenmişti. Küçük yaşlarında öğrendiği bu diller, onun Baytar Mektebi’nde en başarılı olduğu dersler olacaktı. Fatih İbtidai Mektebi’nde de okuduktan sonra Fatih Merkez Rüştiyesi’ne başlayan Akif, bu yıllarında şiirlere merak salmıştı. Mülkiye Mektebi’nin yüksek kısmına devam ederken 1889 yılında gırtlak veremi yüzünden babasını kaybetmesi, aileyi maddi ve manevi yönden sarsmıştı. Çok geçmeden de evleri yanmış ve dul annesiyle kız kardeşinin yükü gururlu ve erdemli Akif’in omuzlarına binmişti.
Bu sarsıntılı dönemden dolayı daha on gün önce başladığı Mülkiye Mektebi’nden ayrılan Akif, yaptığı hatayı fark etmiş ve yeni açılan ilk sivil veteriner yüksekokulu Baytar Mektebi’ne girmişti. Bu 4 yıllık Baytar Mektebi’nin özellikle son 2 yılında şiirle çok ilgilenmiş, daha sonra sahiplenmeyip yakacağı yüzlerce şiir yazmıştı. Bu dönemde sporla da çokça ilgilenmiş, İstanbul Boğazı’nı yüzerek geçmişti. Akif, 1893’te Halkalı Baytar ve Ziraat Mektebi’nden birincilikle mezun olunca Orman ve Maadin ve Ziraat Nezareti’nde baytar müfettiş yardımcısı olmuştu. Atandığı görevini yaparken Akif, bu dönemde Tophane-i Amire veznedarı Mehmed Emin Bey’in kızı İsmet Hanım’ı tanımış ve severek evlenmişti. Akif’in şiir sevdası mesleğinin önüne geçmiş, hatta 1908’de Darülfünun’da edebiyat hocalığı yapmıştı. 2. Meşrutiyet’in ilanıyla başlayan dergi ve gazete hareketine Sırat-ı Müstakim mecmuasına yazdığı yazılarla İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne giren Akif de katılmıştı. Özellikle yayınladığı Fatih Camii şiiriyle ünlenen Akif, Balkan Savaşları nedeniyle Fatih, Bayezid ve Süleymaniye Camilerinde vaazlar vermişti. 1911 yılında ilk şiir kitabı Safahat’ı, 1912 yılında Süleymaniye Kürsüsü’nde, 1913 yılında Hakkın Sesleri, 1914 yılında Fatih Kürsüsü’nde şiir kitaplarını yayımlanan Akif’in, zıtlaşmaya başladığı İttihad ve Terakki Cemiyeti tarafından, yazılar yazdığı Sırat-ı Müstakim mecmuası kapatılmıştı. İleriki yıllarda Sebilürreşad adıyla yayınlanmaya devam eden mecmuaya yazılar şiirler yazmaya hiç ara vermemişti. Cemiyetin haksız uygulamaları karşısında Akif, Mayıs 1913’te Baytarlık Dairesi müdür yardımcısı olduğu halde yirmi yıllık görevine son vermişti.
1915 yılında diplomatik bir heyetle Almanya’ya gitmiş, burada ileriki yıllarda şiirlerinde eleştireceği Batı medeniyetini görmüştü. Yine aynı yıl Teşkilat-ı Mahsusa’yla Hicaz’a giden Akif Çanakkale Zaferi’ni orada öğrenmiş,
“Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam;
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.”
diyerek gözyaşları içerisinde şehitlere ithaf ettiği Çanakkale Şehitlerine şiirini yazmıştı. İstanbul’a dönen Akif, 5 yıl sonra Milli Mücadele’ye etkileyici hitabetiyle halkı davet etmesi için Ankara’ya çağırılmıştı. 23 Ocak 1920’de Balıkesir’e giderek Mehmet Zağanos Camii’nde vaaz vermiş, daha sonra Ankara Hacı Bayram Camii’nden başlayarak Kastamonu Nasrullah Paşa Camii’e kadar on binlerce kişinin katılımıyla halka seslenmişti. 23 Nisan 1920’de Millet Meclisi’nin açılmasıyla beraber Akif, Burdur milletvekili olarak meclise girmişti. Yeni kurulan Ankara Hükümeti’nin bir milli marşa ihtiyacı vardı. Bu yüzden bir yarışma düzenlenmiş ancak gelen hiçbir şiir milli marş olacak kadar güzel olmadığından hepsi reddedilmişti. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey bunu Akif’ten başkasının yapamayacağını biliyordu. Akif yarışmanın ödülü olan parayı almaması şartıyla Hamdullah Suphi Bey’in teklifini kabul edip şiiri yazmak üzere Tacettin Dergâhına kapanmıştı. Parasızlıktan kâğıtları biten Akif, şiirini dergâhın duvarlarına nakşediyordu. Akif 17 Şubat 1921’de Sebilürreşad ve Hâkimiyet-i Milliye’de yayınlanan şiirini 1 Mart 1921’de, arkadaşından emanet aldığı paltosuyla meclis kürsüsüne çıkarak okumaya başladı. “Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!” diye başladığı şiirini henüz “Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!” diyerek tamamlamamıştı ki meclis çoktan ayakta kendisini alkışlıyordu. Akif’in kürsüde her bir mısrayı bitirişi; vatanın dört bir yanındaki her bir şehitlikte yatan şehitlerin şehadetini haykırıyor, her seferinde al bayrağı biraz daha anlamlı ve hırçın dalgalandırıyordu. Ödül olan 500 lira kendisine sunulduğunda “Ben bu şiiri para için değil vatan için yazdım.” diyerek reddetmiş ve parayı Daru’l-Mesai adlı yardım kuruluşuna bağışlamıştı. Şiiri kahraman Türk Ordusu’na armağan etmiş ve bu yüzden “Artık benim şiirim değildir” diyerek şiirlerini topladığı Safahat kitabına almamıştı. Ve şiiri 12 Mart 1921’de meclisteki oylamayla resmen devletin milli marşı olarak kabul edilmişti.
İlerleyen yıllarda sık sık Mısır’a gidip gelen Akif, bir süre burada Kahire Üniversitesi’nde dersler vermiş ve bir inziva hayatı yaşamaya başlamıştı. Kitabı Safahat’ın 7. ve son bölümü olan Gölgeler’i de burada yazmıştı. Bu sıralar Akif doktorlara sürekli karaciğerinden şikâyet ediyordu. Hastalığının ilerlediğini anlayan Akif, son bir kez vatan hasreti giderip
“Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.”
dediği ana yurdunda ölmek için İstanbul’a döndü. Mısır Apartmanı’ndaki dairesinde siroz hastalığından vefat ettiğinde takvim yaprakları 27 Aralık 1936’yı gösteriyordu. Akif’in al bayrak ve Kâbe örtüsüyle örtülen naaşı ertesi gün resmi kurumların ilgisizliğine rağmen İstanbul Üniversitesi’ndeki yüzlerce vefalı öğrenci tarafından Bayezid Camii’nden kaldırılmış, gür seslerle okunan İstiklal Marşıyla omuzlar üzerinde Edirnekapı Mezarlığı’na taşınarak buraya defnedilmişti. Akif, mezarının yanında dalgalanan al sancağa ve milletimize hâlâ haykırmaya devam ediyor:
“Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl;
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!”
0 Yorum